12 Haziran 2012 Salı


ERCAN KARAKAŞ ( ESKİ KÜLTÜR BAKANI ) -
CHP VE SOSYAL DEMOKRASİ
16 Temmuz 2011




Sosyal demokrasi aydınlanma hareketinin ardından gelen sanayileşmeyle birlikte işçi sınıfı hareketi olarak doğdu. 150 yılı aşkın tarihinde son derece zorlu dönemleri aşarak ve yenilenerek günümüze kadar geldi.
Bir insanlık ideali olan sosyal demokrasi evrensel bir harekettir. Herhangi bir ülke ile sınırlı değildir. "Gelişmiş ülkelere ait bir lüks" olarak da görülemez. Sosyal demokrasi tüm insanların özgürleşmesi ve yeteneklerini geliştirebilecekleri koşulların yaratılması için mücadele eder. Herkes için insanca yaşamı savunur. Ama aynı zamanda tarihi olarak bakıldığında işçilerin, emeği ile geçinen insanların mücadelelerinin de siyasal temsilcisidir. O nedenle bu kesimlere öncelik vermesi, ücretli emeğin korunmasını gözetmesi doğaldır.
Başlangıçta Marksist felsefe ile yoğrulan sosyal demokrat hareket sonraları kendisini, toplumsal ve sosyal gelişmelere uygun biçimde yenilemesini bildi. Özgürlük, eşitlik, dayanışma gibi temel değerlerine bağlı kalarak yeni politikalar geliştirdi. Liberal siyaset bilimcisi Dahrendorf ve benzerlerinin de kabul ettikleri gibi, 20. yüzyıla damgasını vuran siyasi hareket sosyal demokrasi oldu. Avrupa'da insan haklarının, siyasal demokrasinin, refah toplumunun, sendikal hakların ve sosyal devletin gelişmesini o sağladı. Bu başarılara karşın, belli konuların ihmal edildiği ya da zamanında kavranamadığı da bir gerçek. Faşizmin engellenememesi, tam istihdama ulaşılamaması, nükleer tehdidin önlenememesi, ekonomik demokrasinin gerçekleştirilememesi, doğal çevrenin korunamaması, kuzey-güney uçurumunun kapatılamaması bu konuların başında geliyor.
 
Sosyal demokrasinin değişimi
Sosyal demokrat nitelikli partilerde her zaman program tartışmaları çok önemli yer tuttu. Özgür ve eşit bir topluma nasıl ulaşılacağının tartışılması ve reformların içeriği hep ilgi yarattı. Sosyal demokrat partilerin tarihi bir bakıma program tartışmalarının tarihidir.
Sosyal demokrat soldaki en önemli ve en çok ses getiren dönüşüm ll. Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya'da yaşandı. Solun ve dünyanın en eski ve köklü partisi olan Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) 1959 Bad Godesberg kurultayında kabul edilen yeni programlarıyla, Marksizm'in bazı kavram ve önerilerinin geçerli olmadığını ilan etti. O güne kadar kendisini "işçi sınıfı partisi" olarak niteleyen SPD, Bad Godesberg'de "sol görüşlü bir halk partisi" olarak tanımlandı. Bu köklü değişim, "Godesberg programı, tarihi deneyimlerden yeni sonuçlar çıkartmıştır. Sosyal ve ekonomik reformlarla ve toplumun demokratikleşmesi suretiyle özgürlük, adalet ve dayanışmanın gerçekleştirilmesini, demokratik sosyalizmin görevi olarak kabul etmiştir" şeklinde açıklandı. SPD'nin bu dönüşümünü diğer sosyal demokrat partiler de izlemekte gecikmediler. İşçilerin yanı sıra diğer ücretlilere ve orta sınıflara yönelen bu partiler, hızla büyüdüler ve birçok ülkede iktidar şansını yakaladılar. İktidarlarında sanayi toplumu yeniden canlandı, yaratılan refah toplumunun nimetleri dengeli biçimde bölüştürüldü, sendikalar yoluyla çalışanlar sosyal dengelerin oluşmasında söz sahibi oldular.
Sosyal demokrat partilerin en önemli özelliklerinden biri de, toplumdaki değişimlere uygun olarak kendilerini yenileyebilme ve yeni sorunlara yeni çözümler önerebilme yetenekleridir. Tabii bunu olanaklı kılan şey, parti içinde çoğulculuğa saygı duyulması ve parti içi demokrasinin eksiksiz olarak uygulanması oldu. Sosyal demokrat partiler, 1980 ortalarından itibaren stratejilerini ve programlarını yeniden tartışmaya açtılar. Üretim, sanayi ve çevre politikalarını gözden geçirdiler. Ekonominin, ekolojik ve sosyal yönden yenilenmesi, işgücünün nitelikli hale getirilmesi gibi yeni politikalar belirlediler.
Sosyal demokratlar piyasanın yarattığı eşitsizlik, çevre kirlenmesi gibi sorunlarla uğraşırken, şimdi de küreselleşme denilen sürecin olumsuzluklarıyla karşı karşıyalar. Küreselleşmeyi kapitalizmin bir yeni evresi olarak değerlendirmek gerekir. Son 15 yıllık uygulaması gözönüne alındığında, dünya çapında eşitsizliklerin ve işsizliğin arttığı, tekelleşmenin hızlandığı görülüyor. O nedenle sosyal demokrat partiler için küreselleşmenin "zapturapt altına alınması" yaşamsal öneme sahiptir.
Her dönemin sorunları kendine özgü oluyor. İçinde yaşadığımız küreselleşme sürecinin en önemli sorunu eşitsizliklerin daha da artması, büyük şirketlerin kendilerini demokratik siyasetin/hükümetlerin yerine koymaya çalışmalarıdır. O nedenle günümüzde solun en önemli görevi, eşitsizliklerin önlenmesi için sosyal adaleti sağlamaktır. Bunu gerçekleştirmek için de küreselleşmenin, demokratik denetimi gerekiyor. Kısa vadeli sermaye akımı denetlenemez ve döviz kurlarındaki dalgalanmalar önlenemezse dünyanın istikrarlı hale gelmesi hayal olacaktır. Spekülasyona açık olan bu iki konu son derece önemli. Sosyal demokrat partilerin üst kuruluşu olan Sosyalist Enternasyonal geç de olsa küreselleşmeye ilişkin politikaların belirlenmesi için bir tartışma başlatmış bulunuyor. Fransız Sosyalist Partisi gibi kimi partiler "Avrupa'nın bütünleşmesinin küreselleşmenin panzehiri olacağını" ileri sürerek AB sürecinin hızlandırılmasını savunuyorlar. Üzerinde uzlaşılan bir konu da, başta BM olmak üzere, Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü gibi, 50 yıl öncesinin soğuk savaş koşullarında kurulan kuruluşların demokratik, katılımcı ve saydam yapıya kavuşturulmaları. Sol artık, temel sorunların uluslarüstü hale geldiğinin bilincinde. O nedenle, AB gibi ortak projeleri önemsiyor, uluslararası kuruluşların yeniden yapılanmasını istiyor.
Türkiye'de sosyal demokrasi düşüncesi toplumsal koşulların değiştiği ve geliştiği bir süreçte CHP içinde ortaya çıktı. CHP'de 1965'de, "ortanın solu" kavramıyla sosyal demokratlaşma süreci başladı. Bu sürecin başlamasıyla partide ve toplumda yaygın bir ideolojik ve siyasal tartışma ortamı oluştu. Sola açılan CHP düzene radikal eleştiriler yöneltmeye, emekçi ve üretici kesimlerle yeni bağlar kurmaya yöneldi. Demokrasiyi kurumlaştırmayı ve ona sosyal bir içerik kazandırmayı programlaştırdı.
Bu bağlamda "düzenin değil değişimin partisi", "ne ezen ne ezilen, insanca hakça bir düzen" gibi sloganlar üretildi. "Demokratik sol" tanımı geliştirilmeye çalışıldı. 1976'da Sosyalist Enternasyonal'e üye olundu. "Altıok" yeni yorumlarla geliştirilirken, sosyal demokrasinin "özgürlük, eşitlik, dayanışma, emeğin üstünlüğü" gibi temel değerleri de programa dahil edildi. Sola ve geniş halk kesimlerine yönelme, CHP'yi 1977'de yüzde 42 ile birinci parti yaptı. Bu süreçte örgüt ve parti içi demokrasi de önemsenmeye başlandı. Bu gelişmeler parti içindeki tutucu kanat tarafından "anti-Kemalizm" ve "Marksizm'e yönelme" olarak değerlendirildi, Ecevit ve arkadaşlarına ağır suçlamalar yöneltildi. Sonrasında tutucu unsurlar partiden ayrıldı. Ama sola açılımı başlatanlar zaman içinde bu tutumlarını bir tarafa bıraktılar ve kendileri tutucu hale geldiler. 12 Eylül sonrasında SODEP ve SHP ile yeni bir heyecan yaratıldı. 1989'da yerel seçimlerle yüzde 29'la birinci parti olan SHP ondan sonra yapılan her seçimde sürekli oy kaybetti. Yani hem yerel yönetimler döneminde, hem hükümet ortaklığı döneminde ve SHP/CHP birleşmesine rağmen 1995'den sonraki muhalefet döneminde düşüş yaşandı. CHP 1999 seçimlerinde parlamento dışında kaldı.  Bu sürecin tamamlanamamasında 12 Mart, 12 Eylül gibi askeri darbelerin yaptığı tahribatın ve solun örgütlenmesine getirdiği kısıtlamaların elbette olumsuz bir rolü vardır. Ama meseleyi bu dışsal nedenlerle açıklamak kolaycılık olur. Asıl neden içseldir, zaman içerisinde çağdaş bir sosyal demokrat parti yaratma hedefinin bir yana bırakılması ve sol kimliğin pekiştirilememesidir.
CHP Sosyalist Enternasyonal'in yanı sıra 1994'den itibaren de AB çerçevesinde oluşturulan Avrupa Sosyalist Partisi'nin (PES) ortak üyesidir. Bu kuruluşlara üye partilerin ortaya çıkışları, kökenleri birbirinden farklıdır. Bazıları işçi sınıfı hareketinden, Marksist felsefeden, bazıları da CHP gibi ulusal kurtuluş hareketlerinden ya da ilerici mücadelelerden geliyor. Her ülkenin tarihi gelişimi ve sosyo-ekonomik yapısı farklı olduğu için doğal olarak programları da farklıdır. Onları biraraya getiren şey solun özgürlük, eşitlik, dayanışma, demokrasi ve barış gibi değerlerine bağlılık ve adaletli, barışçıl bir dünya yaratma hedefidir.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder